Aksaray’dayız. Hani bir çoğumuzun “İstanbul Aksaray, Niğde Aksaray, Konya Aksaray” diyerek bir türlü il olmasını kabul edemediği Aksaray. Oysa ki Niğde’ye bağlandıktan sonra eskiden olduğu gibi il olmak için çok uğraş vermiş Aksaraylı vekiller. Birkaç kez kanun teklifinin geri çevrilmesinin ardından 1986 yılında nihayet Aksaray il olarak kabul edilmiş. Coğrafi çeşitliliğinin olması ve nüfusunun daha fazla olmasından dolayı Aksaray’lılar Niğde’ye başlı olmaya başından beri karşı çıkmış ve nihayet istediğini elde etmiş. Ancak ilçe olarak geçirdiği onlarca yıldan sonra il olduğunu Türkiye’ye bir türlü kabul ettirememiş. Bu yüzden de diğer yörelerimizden biraz daha fazla çaba harcaması gerekiyor yörenin tanıtımına.
Yöre ile ilgili bizim dikkatimizi çeken ise yemek kültürü ile ilgili ayrıntılar oldu. Üzerine örtülmüş toprağı kaldırmamız gereken bir hazinenin üzerindeymişiz gibi geldi araştırma yaparken. Yaşlıları dinledikçe yanı başımızda bulunan gençlerinin gözlerinin parladığını gördük ve şaşırdıklarına tanık olduk her seferinde. “Buralarda ne çok yemek yapılıyormuş!” dediler her biri her seferinde. Komşu il Konya’da “palize” burada “pilize” oluvermişti, oysa ki her ikisi de aynı tatlıydı. Veya Tokat’ta yapılan “ağda” burada aynı isimle ancak farklı tarifle karşımıza çıkıyordu. Tüm Anadolu’da olduğu gibi burada da türlü zenginlik bir arada yaşamaktaydı hala. Tek yapmamız gereken bu zenginliğin üzerindeki tozu kaldırıp gençlerle tanıştırmak.
1. gün
İlk durağımız “Güzelyurt” ilçesi idi. Biz anneler ile konuşuruz diye düşünürken yolumuz eskiden düğünlerde yemek yapan Cahit Amca’nın evine düştü. Ev yöredeki diğer taş evler gibi yüksek tavanlı ve görkemliydi. Amcanın anlattıklarını dinledikten sonra sofraya oturduk ve işte bize tat veren yine annemizin hazırladığı yemekler oldu. Ne olursa olsun, moda aşçılık mesleğinin çalışanları çoğunlukla erkekler olursa olsun, yemek kültürümüzü binlerce yıldır yaşatıp günümüze taşıyan yine annelerimizdir. Yöresel tarhana ve fasulye çok lezzetliydi. Sebze kuruları da diğer kışlık gıdalar gibi tükenmek üzereydi ancak annemiz yine de az da olsa biraz bize ayırmıştı sağolsun.
Yöre ile ilgili bizim dikkatimizi çeken ise yemek kültürü ile ilgili ayrıntılar oldu. Üzerine örtülmüş toprağı kaldırmamız gereken bir hazinenin üzerindeymişiz gibi geldi araştırma yaparken. Yaşlıları dinledikçe yanı başımızda bulunan gençlerinin gözlerinin parladığını gördük ve şaşırdıklarına tanık olduk her seferinde. “Buralarda ne çok yemek yapılıyormuş!” dediler her biri her seferinde. Komşu il Konya’da “palize” burada “pilize” oluvermişti, oysa ki her ikisi de aynı tatlıydı. Veya Tokat’ta yapılan “ağda” burada aynı isimle ancak farklı tarifle karşımıza çıkıyordu. Tüm Anadolu’da olduğu gibi burada da türlü zenginlik bir arada yaşamaktaydı hala. Tek yapmamız gereken bu zenginliğin üzerindeki tozu kaldırıp gençlerle tanıştırmak.
1. gün
İlk durağımız “Güzelyurt” ilçesi idi. Biz anneler ile konuşuruz diye düşünürken yolumuz eskiden düğünlerde yemek yapan Cahit Amca’nın evine düştü. Ev yöredeki diğer taş evler gibi yüksek tavanlı ve görkemliydi. Amcanın anlattıklarını dinledikten sonra sofraya oturduk ve işte bize tat veren yine annemizin hazırladığı yemekler oldu. Ne olursa olsun, moda aşçılık mesleğinin çalışanları çoğunlukla erkekler olursa olsun, yemek kültürümüzü binlerce yıldır yaşatıp günümüze taşıyan yine annelerimizdir. Yöresel tarhana ve fasulye çok lezzetliydi. Sebze kuruları da diğer kışlık gıdalar gibi tükenmek üzereydi ancak annemiz yine de az da olsa biraz bize ayırmıştı sağolsun.